Üç hafta sonra, dönüş için izin kağıdım resmileştiğinde içimde garip bir sessizlik vardı. Öfke değil… Daha çok, yıllar içinde içimde birikmiş bir yorgunluk. Hayatım boyunca ailem için çalışmıştım. Şimdi ise evime dönerken tek düşündüğüm, kızımı güvende tutmak ve geleceğimiz için doğru adımı atmaktı. Uçağın tekerlekleri piste değdiğinde derin bir nefes aldım. İçimde beliren tek bir his vardı: “Artık gerçekleri yüz yüze konuşma zamanı.
” Eve giderken Elif’e küçük bir mesaj attım: “Tatlım, geldim. Kapıyı sessizce açacağım.” Arabayı evin önüne park ettiğimde hava kararmaya başlamıştı. Sokak lambalarının turuncu ışığı, çocukluğumuzdan kalan eski mahallemize huzurlu bir görüntü veriyordu. O an, dışarıdan bakınca her şey hâlâ aynı görünüyordu; asıl değişen bizdik. Anahtarı yuvaya yerleştirip kapıyı açtığımda beni ilk karşılayan, koridorun ucunda bekleyen Elif’in titrek gülümsemesiydi.
Koşup boynuma sarıldı. Ben de onu sıkıca kucakladım. “Artık buradayım,” dedim. “Hiç merak etme.” Salona adım attığımda Ayşe, beklemediği bir anda beni karşısında görünce şaşırdı. Gözlerinde hem bir şaşkınlık hem de bir tedirginlik vardı. “Sen… dönmene daha vardı?” dedi. Sakin bir nefes alıp karşısına oturdum. “Ailemizle ilgili konuşmamız gerekiyor.” Kısa bir sessizlikten sonra başını eğdi. Söyleyeceği çok şey olduğunu ama kelime bulamadığını hissediyordum. Onu suçlamaya değil, gerçekleri öğrenmeye kararlıydım. “Hayatta herkes hata yapabilir,” dedim yumuşak bir sesle. “Ama önemli olan, aileyi ayakta tutabilecek kadar güçlü olup olmadığımızdır.”