{ }
Otuz yaşını biraz geçtim. Zayıf, yorgun ve donuk bir yüzüm var artık. Gözlerimde sadece sabır kalmış. Hayatım bir zamanlar sade ama huzurluydu. Şehrin dışında, küçük bir evde karımla yaşıyorduk. İkimiz de ilkokul öğretmeniydik. Lüksümüz yoktu ama mutluyduk. En önemlisi, birbirimizi çok seviyorduk. Sonra bir akşam, her şey değişti. Eşim marketten dönerken bir araba ona çarptı. Omurgası ağır hasar aldı, belden aşağısı felç oldu. Hastaneden aradıklarında derse girmiştim. Koşarak gittim. Onu gördüğümde tanımakta zorlandım.
Akşam ışığı küçük pencereden süzülüyor, o sahneyi aydınlatıyor… ve aynı anda, Ahmet’in bütün dünyasını yıkıyordu. Beş yıldır hasta yatağında yatan Elif, o yatakta yalnız değildi. Yanında bir adam oturuyordu. Uzun boylu, beyaz gömlekli, bej pantolonlu. Yüzü tanıdıktı. Elif’in haftada bir gün çağırdığı fizik tedavi uzmanıydı. Ama Ahmet’i asıl şoke eden o adam değildi… Elif’ti. Elif oturuyordu. Dimdik. Yardımsız. Ve elleri… o adamın elleriyle kenetlenmişti. Titreyerek, sanki kırılgan ama yoğun bir şeyi tutuyormuş gibi. “E… Elif…” dedi Ahmet, bacakları titreyerek.
Fizyoterapist başını eğdi: “Bunu hiç istemedim… Ama onun birine konuşması gerekiyordu. Sen onun kocasıydın, ama artık onu anlayan kişi değildin. Sevginin içinde bile yalnızdı.” Ahmet başka bir şey söylemedi. Eve cüzdanını almak için dönmüştü, ama o cüzdan artık her şeyin değiştiği anın sembolüydü. Geriye dönerken yol iki kat uzun geldi. O gün, yağmur yağdı. Sonra, akrabalarının yanına —İzmir’e— taşındı. Ne bir şikâyet, ne bir dava. Boşanma belgelerini hemen imzaladı, evi Elif’e bıraktı. “Bunu, beş yıllık evliliğimizin hatırası olarak kabul et,
AFAD duyurdu: Sındırgı yine sallandı
Yapan kimin yeğeni
Sergime, herkesin küçümsediği evsiz bir kadını aldım