Benim adım Yusuf Kaya, otuz iki yaşındayım. Hep şuna inanmıştım: güven olmadan bir ilişki yürümez. İstanbul’da bir yazılım firmasında proje yöneticisi olarak çalışıyordum. Hayatımı adamak istediğim kadın Merve Yıldız’dı. Onu ruh eşim sanıyordum. Babam Kemal Kaya ise benim için sadece bir baba değil, aynı zamanda kahramanımdı. Bana hep dürüstlüğün paradan daha değerli olduğunu öğütleyen adamdı.
Annemle babam otuz beş yıldır evliydi. Onların bağına hep hayran kalmıştım. Babam saygın bir emlakçıydı. Merve’yi ilk tanıştırdığımda, onu kendi kızı gibi benimsemişti. Annem de ona çok ısınmıştı. Herkes mutluydu, her şey yolundaydı.
Düğün günümüz yaklaşmıştı. Lüks bir salonda, yüzlerce davetlinin katılacağı büyük bir tören planlamıştık. Benim için hayat, eksiksiz bir proje gibiydi: düzenli, hesaplı, kusursuz.
Ama düğünden bir gece önce, her şey altüst oldu.
Babamla aynı otelde kalıyorduk. O tuvalete çıkınca telefonu masada kaldı. Aslında merak edip bakmıyordum. Ama bir bildirim gözüme çarptı. O mesajı görmemle hayatım karardı.
Gönderen Merve’ydi. Mesajda şunlar yazıyordu:
“Unutulmaz gece için teşekkür ederim Kemal. Dudaklarının tenimde dolaşma şekli hâlâ aklımdan çıkmıyor. Bir dahakini sabırsızlıkla bekliyorum. Not: Bu sır sadece ikimizin arasında kalacak.”
Bir de fotoğraf vardı. Açık seçik, ikisini de bir otel odasında gösteriyordu.
O an içimdeki dünya çöktü. On iki saat sonra evleneceğim kadın, babamla yatmıştı. Hem bana hem anneme ihanet etmişlerdi.
Ellerim titredi ama aklım keskinleşti. Fotoğrafın çekildiği saat bile her şeyi doğruluyordu.
Babam geri döndüğünde ben çoktan kanıtı kendi telefonuma kaydetmiştim. Ona hiçbir şey belli etmedim.
“Yorgunum baba, biraz uyuyacağım.” dedim.
Omzuma dokundu, gülümseyerek “Dinlen oğlum, yarın büyük gün.” dedi.
Ama ben içimden şunu geçirdim:
“Yarın, onların foyasını düğünde ortaya çıkarmaya karar verdim…..Devamını okumak için diğer sayfaya gecebilirsiniz..
O sabah aynaya baktığımda yüzümde sahte bir gülümseme vardı. İçim paramparça, ama dışarıya sakin görünüyordum. Annem telaşla koşuşturuyor, Merve gelinliğiyle pozlar veriyordu. Kimse benim içimde kopan fırtınadan habersizdi.
Salon tıklım tıklım doluydu. Akrabalar, dostlar, iş arkadaşları… Babam en ön sırada gururla oturuyordu. Ona bakarken içimden “Bugün herkes gerçeği görecek” diye geçirdim.
Nikâh memuru ayağa kalktı, tören başladı. Kalbim göğsümden çıkacak gibiydi. Merve gözlerimin içine baktı, gülümsedi. O an bile rol yapıyordu. İçimden “Birazdan her şey bitecek” dedim.
Sıra bana geldi. Memur sordu:
“Yusuf, hiçbir baskı altında kalmadan Merve’yi eş olarak kabul ediyor musun?”
Derin bir nefes aldım.
“Evet.” dedim. Ardından cebimden telefonumu çıkardım
.
“Evet, kabul ediyorum…” dedim, sonra salona döndüm, sesimi yükselttim:
“…Ama bilmenizi isterim ki, bu kadın bana değil, babama ait olan bir sır saklıyor.”
Salon buz gibi oldu. İnsanlar dona kaldı. Annem şaşkınlıkla ayağa kalktı. Merve’nin yüzü bembeyaz oldu. Babamın gözleri fal taşı gibi açıldı.
Telefonu görevliye verdim. Ekranda mesajlar ve fotoğraflar tek tek yansımaya başladı. Her şey ortadaydı.
Annem çığlık attı:
“Bunca yıl… Kemal! Nasıl yaparsın?”
Babam başını eğdi, dili tutulmuş gibiydi. Merve ise gözyaşları içinde yere çöktü. Kalabalığın arasında fısıldaşmalar başladı:
“Bu nasıl olur?”
“İnanamıyorum…”
Ben ise mikrofonu aldım, kararlı bir sesle konuştum:
“Ben bu oyunu düğüne kadar sürdürdüm. Herkes gerçeği kendi gözleriyle görsün istedim. Benim için güven her şeydi. Ama hem en yakınımdan hem de hayatımı paylaşmaya hazırladığım kişiden büyük bir yıkım gördüm.”
Annemin gözleri yaşla doldu. Yanına gidip elini tuttum. “Anne, ben artık susmayacağım. Bugün bu düğün bitiyor.”
Merve yalvararak yanıma geldi:
“Yusuf, ne olur… Bir hata yaptık…”
Elimi kaldırdım, uzaklaştım. “Hata kahveye fazla şeker atmaktır Merve. Bu yaşanan, öyle basit bir şey değil.”
Salonda uğultu koptu. Bazıları tepki gösteriyor, bazıları sus pus bakıyordu. Annem sandalyeye çöktü, ağlıyordu. Ben mikrofonu masaya bıraktım.
Son kez kalabalığa baktım:
“Benim düğünüm burada bitti. Gerçek ortaya çıktı. Artık benim için yol başka. Çünkü güven yıkıldığında, geriye hiçbir şey kalmaz.”
Ceketimi çıkardım, kravatımı çözdüm. Arkada gözyaşları, fısıldaşmalar kaldı. Kapıdan çıktığımda yüzüme çarpan serin rüzgârla içimden tek bir şey geçti:
“Yıkıldım… ama yeniden doğacağım.”