Ayşe benim eltim, onu közkardeşim yerine koymuştum. Bizim ev yan yana, kaynanadan kalma odaları bölüp ikimize verdiler. Benim kocam Mustafa, onun kocası Hüseyin. İlk başlarda eltimin adıyla bile övgüyle anardım; “Ayşe çok becerikli, eli iş tutar” derdim. Birlikte ekmek yoğurur, tarla zamanı çapa yapardık.
Ama sonra bir şeyler değişti. Ayşe çok süslendi, her gün ayrı elbise, ayrı yazma. “Gençsin, yakışıyor” derdim, o da gülüp geçerdi. Sonra fark ettim ki benim Mustafa, onun yanında daha çok neşelenir olmuş. O gülünce güler, o laf atınca karşılık verirdi.
Bir gün harmanda, kadınlar başak toplarken, Mustafa ile Ayşe’nin uzaktan fısıldaştığını gördüm. Yanlarına vardığımda sustular. İçime taş gibi oturdu.
Akşam olup eve döndüğümüzde Mustafa’ya açıldım:
“Senin bu yakınlığın bana dokunuyor” dedim.
“Delirdin mi Hatice?” diye tersledi. “O senin eltindir, kardeşin gibi!”
Ama içim rahat etmedi.
Derken köy düğünü oldu. Biz kadınlar bir yanda otururken, Mustafa ile Hüseyin davul-zurnanın önünde oynuyorlardı. Ayşe yanımdaydı ama gözüm kaydı: Mustafa oynarken sürekli bizim tarafa bakıyordu. Ama bana değil, Ayşe’ye… Ayşe de yere bakıyor, ama yüzündeki belli belirsiz gülüşü ben gördüm.
O anda yüreğimden bir şey koptu. Ama daha kötüsü, meğerse az sonra başıma geçecekmiş Devamını okumak için diğer sayfaya gecebilirisniz..
O düğünden sonra içime kurt düştü. Mustafa’nın bakışlarıyla Ayşe’nin kaçamak gülüşü gözümün önünden gitmedi. Kendime, “Belki de kuruntu yapıyorsun Hatice” dedim. Ama içimdeki ses susmadı.
Bir hafta geçti. Hüseyin hayvan pazarına gitmişti, Mustafa da sözde oduna. Ben çamaşır yıkamak için dere kenarına indim. Köpükleri suya salarken, iki ses duydum. Kalbim küt küt atmaya başladı. Suyun kenarındaki çalılığın arasından baktım…
Mustafa ile Ayşe oradaydı. Ayşe’nin başındaki yazmasını Mustafa’nın elinde gördüm. Ayşe gülerek almak isterken, Mustafa şakalaşır gibi uzaklaştırıyordu. Ama o gülüşün altında öyle bir giz vardı ki, içimden kan çekildi.
O an elimden sabun düştü, taşın üstüne şak diye vurdu. İkisi de irkildi. Göz göze geldik. Ayşe’nin yüzü bembeyaz oldu, Mustafa’nın gözleri bana mıh gibi saplandı.
“Hatice, dinle…” diye başladı Mustafa.
Ama ben duymuyordum. Kulaklarım uğulduyor, dizlerim titriyordu. Çamaşır suya düşmüş, akıp gidiyordu, fark etmedim bile.
Tam o sırada Hüseyin’in sesi duyuldu. Arkamızdan geliyordu, pazardan erken dönmüştü. İkisini o halde görünce ne diyeceğini şaşırdı. Gözleri bir Mustafa’ya, bir Ayşe’ye, bir de bana kaydı.
“Ne oluyor burada?” dedi öfkeyle. Sesindeki tokat gibi sertliği hâlâ unutamıyorum.
Ayşe başını eğdi, Mustafa kıpkırmızı kesildi. Benim gözümden yaşlar boşandı. O an bütün gerçek, kelimesizce ortaya döküldü.
Artık ne evlerimiz yan yana olabildi, ne sofralarımız bir araya geldi. O gün dere kenarında ne kayboldu biliyor musun? Yalnızca yazma değil… İki ailenin onca yıllık güveni, dostluğu, kardeşliği de suyun akıntısına kapılıp gitti